4 Ekim 2011 Salı

7 Ağustos 2011 Pazar

Tarihten fotoğraflar bilmem kaç...


İlk fotoğrafımız, Fenerbahçe'nin 2000/01 sezonu şampiyonluğu kutlamasından... Muhtemelen bizim meşhur maymun Çarli, Petek Dinçöz'le öpüşüyor, pardon yani şampiyonluğu kutluyor.


2. fotoda, tahmin edilebileceği gibi, Aziz Yıldırım'ın eski eşini görüyoruz, Yıldız Yıldırım... Bu da bayağı eski bir fotoğraf ve Yıldız hanım çok ciddiyken, Aziz Yıldırım'da ilginç bir gülümseme var.


Günün son fotoğrafı, Şükür ailesi... Çocuklar kime benziyor, karar sizin...


25 Haziran 2011 Cumartesi

10'lar


Sorun 10'larda değil, onları (bu ikiliye ek Rapaic, Yusuf, Ceyhun vs.) bir araya toplayanlardaydı...

Ve evet, asıl suç Lorant'ta da değildi...

24 Haziran 2011 Cuma

Anılaaaaaaar...


İki fotoğraf arasında tam 16 yıl var. 1995'ten 2011'e... Bülent Başkan iki fotoğrafı alt alta görse Coşkun Sabah'a Anılar'ı bir kez daha söyletmez mi?...

23 Haziran 2011 Perşembe

Tarihten Fotoğraflar...


İbrahim Kutluay ve Demet Akalın, 2000/01 sezonunda kazandığımız şampiyonluğu kutlarken... Demet Akalın'ın Beşiktaşlı olduğu bilinir ama o zamanlar eş durumundan Fenerbahçeliymiş demek ki. Bu şampiyonluktan 1 ay sonra ayrıldılar ve sonrasını herkes biliyor...


Görüldüğü üzere, Hakan Şükür, hakem Muhittin Boşat'a resmen dayılanıyor. Hangi maç olduğunu tahmin etmek futbolseverler için zor olmasa gerek... Olimpiyat'ta oynanan, 2-2'lik beraberlikle biten tartışmalı maç... Muhittin Boşat'ın son derbisi, 3 ay sonra düdüğü asıyor. Kendisiyle 2001'de oynanan Eyüp-Maltepe maçı öncesi konuşmuşluğum da vardır. Maçı kaybetmiştik, o da ayrı bir yazı konusu.


Bugünkü son fotoğrafımız ise Pepsi'nin reklam çekiminden...

22 Haziran 2011 Çarşamba

Şampiyonluğun Öyküsü -Bölüm 1-


1963 yılında, henüz 30 yaşındayken intihar eden büyük şair Sylvia Plath, zamanında demişti ki, "Yazıyorum çünkü içimde susturamadığım bir ses var..." Daha kısa nasıl dile getirilebilirdi ki bu iç ses? Ara ara farklı nedenlerden dolayı, uzun süre benim için önemli konularda yazmayacağım desem de, içimdeki sesi susturamıyorum ve sonunda kendimi klavyenin tuşlarına basarken buluyorum. Neyse... 4 yıl aradan sonra şampiyon olmuşken, şampiyonluğun öyküsünü yazmadan yapamazdım. E bu sezonki şampiyonluğun öyküsü yazılırken de, 2006 ve 2010'da son maçlarda kaybedilen şampiyonluklardan, Aziz Yıldırım'ın tek oyla başkan seçilmesinden, Trabzonspor'la olan rekabetimizden bahsetmemek olmaz... Uzun yazıları, okumayı çok seven ben bile genelde okumadığımdan, ve son zamanlarda "özet geçilen" bölümler aradığımdan, birkaç bölüm halinde yazsam çok daha iyi olacak.

***

21 Mayıs 1978:
Fenerbahçe bu tarihte Boluspor'la berabere kalarak ligin bitimine 1 hafta şampiyon oluyor. Bu şampiyonluğun önemini ne mi arttırıyor? Sezonu Fenerbahçe'nin ardından 2. tamamlayan Trabzonspor, 1977/78 sezonunda da şampiyon olsa idi, tam 6 sezon arka arkaya şampiyon olan ilk ve tek Türk takımı olmuş olacaktı. (1977/78 sezonundan önceki 2 sezon ve daha sonraki 3 sezonun şampiyonu Trabzonspor) Fenerbahçe, kendi şampiyonluğunun yanında, rakibinin de rekor kırmasını engellemiş oluyor.


***

19 Nisan 1996: Trabzonspor en son 1984'te, Fenerbahçe en son 1989'da şampiyon olmuş. 1995/96 sezonunda iki ekip de çok iyi durumda, yıllar sonra şampiyon olmak istiyorlar. Hami'li, Ogün'lü, Şota'lı ekip, son 5 haftaya Fenerbahçe'nin tam 4 puan önünde giriyor. Fenerbahçe'yle sahalarında oynayacaklar, o maçı kaybetseler bile diğer maçları kazanmaları halinde şampiyonlar. Böyle bir avantaja sahipler. Ama futbol bu. 19 Nisan'da 15. sıradaki Vanspor'u ağırlıyorlar. Biraz becerikli ve şanslı olsalar en az 4-5 farkla kazanacakları maçı, sezon sonunda Beşiktaş'a transfer olacak olan Erkan'ın attığı golle 1-0 kaybediyorlar. (Peşin spoiler: Bu maçın bir kopyası 14 yıl sonra Fenerbahçe ve Trabzonspor arasında Kadıköy'de oynanacak, gülen taraf Bursaspor olacak)


5 Mayıs 1996: 1995/96 sezonunun en önemli maçı 5 Mayıs akşamı oynanıyor. Son 3 haftaya 1 puan önde giren Trabzonspor, şampiyonluk yolundaki tek rakibi Fenerbahçe'yi ağırlıyor. Beraberliğin dahi yeteceği maçta, öne de geçmelerine rağmen Oğuz&Aykut ikilisinin attığı goller, Fenerbahçe'yi şampiyonluğa çok yaklaştırıyor... Rüştü'nün müthiş kurtarışları da bu maç anılırken es geçilmemeli.

19 Mayıs 1996: İlk şampiyonluğumun günü... Küçük olmama rağmen çok net hatırladığım o gün, apayrı bir yazı konusu... Televizyonların naklen vermediği maçta, Vanspor'u mağlup edip şampiyon oluyoruz... O günün tek üzüntüsü, Bolic'in gol kralı olamaması... Aynı gün Trabzonspor, Eskişehir'e 7 gol birden atıyor, bu 7 golün 5'i Şota'dan... Şota kral, Boliç 2. sırada... Zaten Türkiye'de hiç gol kralı olamayan Boliç, 3 sezon arka arkaya gol krallığında 2. oluyor. Bu gibi ayrıntılara girip yazıyı daha da uzatmaya gerek yok. Özetle, futbol otoritelerinin hiç de azımsanmayacak bölümüne göre Fenerbahçe'den kadro olarak daha güçlü olan Trabzonspor, 82 puan toplamasına rağmen, harika geçirdiği sezonu 2. bitiriyor. O süper kadro, ilerleyen yıllarda dağılıyor.  (15 yıl sonrasına ne kadar benziyor değil mi?)


21 Mayıs 1996: Bu tarihte basılan Milliyet'te, şöyle bir manşet var: "Fenerbahçe'de operasyon". Yalçın Türk imzalı bu haberde, "Yönetim, Oğuz ve Aykut da dahil birçok oyuncuyu elden çıkaracak" yazıyor. Yani şampiyonluğun sadece bir gün sonrası... Bu haberi Yalçın Türk'e bizzat Ali Şen mi veriyor bilemem ama yazdıkları bir bir çıkıyor. Aykut Kocaman ve Oğuz Çetin Fenerbahçe'den uzaklaştırılıyorlar.


***

15 Şubat 1998: Fenerbahçe için çok yoğun bir gün... Hem seçim var, hem de Galatasaray maçı. Ali Şen aday olmuyor, Vefa Küçük'ü destekliyor. Karşısında Aziz Yıldırım var. Bir de Ömer Çavuşoğlu... O günleri çok özlüyorum deyip seçimin sonuçlarını aktarayım; Aziz Yıldırım: 1469 oy, Vefa Küçük 1468 oy, Ömer Çavuşoğlu: 157 oy... Evet, Aziz Yıldırım sadece 1 oyla başkan seçiliyor... Üstelik onun yönetim kurulu değil, Küçük'ün yönetim kurulu seçiliyor. Böyle bir enteresan durum var. Ömer Çavuşoğlu aday olmasaydı, kıçını kaldırıp daha fazla insan oy vermeye gitseydi... Bunlar 13 yıldır hep konuşulan konular. Tabii bir de "Aziz Yıldırım benim son dakikada gelip verdiğim oyla başkan oldu" geyiği-efsanesi vardır. Neticede tek oy, ister olumlu, ister benim gibi olumsuz bakın, Fenerbahçe'nin tarihini değiştirmiş oldu...

Ha derbi mi... "20.45"le hatırlanan maç, Boliç'in son dakikalarda attığı güzel golle 2-2 bitiyordu.


***

2. bölümde 2006 ve 2010'da kaçan şampiyonlukları ve bu sezonun başındaki hüsranı yazacağım... 3. ve son bölümde ise son 8-9 ayı...

19 Haziran 2011 Pazar

Alex'le Geçen 7 Yıl...


19 Haziran 2004... Çok çok önemli bir gündü, henüz o an için bilmiyorduk...

Alex, Türkiye'ye bu tarihte ayak bastı. Tam 7 yıl geçti üzerinden bugün itibari ile...

Onu anlatmaya kelimeler yetmez, anlatamıyorum da zaten.

Sadece şunu söyleyeyim, bu 7 yıllık süre zarfında, kimse, hiçbir şey senin kadar mutlu etmedi beni...

Agu & Aykut


7 Nisan 1996'da Kayseri'de oynanan maçtan... Kaleci Agu hamlesini yapmış, fırsatçı Aykut kafasını sokmaya çalışmış... Sonuç mu? Tayfun, Boliç ve Bülent'in golleriyle alınan 3-1'lik galibiyetle dönmüşüz İstanbul'a. Şampiyonluk yolunda çok kritik bir maç...

8 Haziran 2011 Çarşamba

Muslera...


Transfer sezonlarını, transfer duyumcularını ve bayıltan transfer haberlerini sevmem ama Muslera için bir şeyler yazmazsam olmaz...

Yarın dünyanın en komik golünü yese bile, güvendiğim bir isim ve Galatasaray'a gelirse en azından 2-3 yıl "kalede" sorun yaşamazlar. Hakkında sözlükte falan okuduğum bazı yorumlar da dehşet verici. Yeterince iyi değilmiş, istikrarsızmış... Sanki senin takımın çok istikrarlı da... Daha önceden Julio Cesar mı oynuyordu?

Tanımadığı futbolcu hakkında Youtube'dan 4-5 tane video izleyip yorum yapanlara acayip kıl olurum, tanımıyorsan tanımıyorsundur... Ayıp mı? Bizim Dia'nın adını bile duymamıştım, anormal mi? Ama Muslera'yı tanırım, bayağı maçını izledim. Zamanında sözlükte ilk entry'sini de ben yazmıştım. Carrizo'nun formsuz olduğu bir dönemde kaleyi kapmıştı. Dünya Kupası'ndaki performansıyla da kendini iyice kanıtladı...

"Yetenek" olarak Leo Franco'yu katlar...  Kendini Mourinho sananların gazına gelmeyin.

Not: Az önce biten Uruguay-Hollanda maçında da kaledeydi, uzatma dakikalarında kornerde hatalı bir çıkış yaptı ve maç 1-1 sonuçlandı...

Buraya Kadar


7 Haziran 2011 Salı

Gönlünce Sevinememek


Fenerbahçe Basketbol Takımı'nın ilk hatırladığım kadrosunda, Mitch Smith, Kevin Rankin falan vardı. İlkokula başladığım yıllar, 95 civarı. O yıllardan taaa 2007'ye kadar şampiyonluk göremedim basketbolda. Ülker'le birleşene dek.

Şu an Fenerbahçe kadrosu dışında -hadi biraz Efes'i ayrı tutayım- Galatasaray dahil hiçbir takımdan 6-7 oyuncu sayamam. (Örneğin, az önce rastgele baktım, Türk Telekom'un hocasını tanımıyorum, alt sıralardaki takımlardan da 1-2 oyuncu bile sayabileceğimi sanmıyorum) Küçükken, tamam futbolla aynı ölçüde olamaz ama, basketbolla da çok yakından ilgilenirdim. Ne bileyim, Telekomlu Jamal McCullough'yı, Darüşşafakalı Michael Ansley'yi daha dünmüş gibi hatırlarım (peki verdiği çıplak poz?), ama Galatasaraylı Jerry Johnson'dan Banvit'le oynadıkları maça kadar haberim yoktu... Yatılı okul, basketbol maçlarının şifreli kanala geçmesi vs., beni kopardı...

Uzatmayayım... Bugün seride 2-0 öne geçtik. İki maçta da büyük fark attık Galatasaray'a. Bu noktadan sonra şampiyonluğu kaybetmemiz mucize olur. E zaten son yıllarda lige de ağırlığımızı koymuş durumdayız. Antalya'yı yenilgisiz geç, Efes'i yenilgisiz geç, Galatasaray'ı darmadağın et...

Bunu yazıyorum diye bana kızan Fenerbahçeli arkadaşlarım olabilir -ki bizim sözlükteki tabirle troll'lük yapıyorsun diyen bile çıkabilir- ama şampiyon oluyoruz diye hakkıyla, yeterince sevinemiyorum cidden. Nedeni de, Fenerbahçe ve diğer takımlar arasında ciddi güç farkı -her açıdan- olması... Bildiğin haksız rekabet. Bunu futbol için söyleyemem, çünkü futbolda istediğin kadar güçlü ol, son 2 yılda Bursaspor ve Trabzonspor örneklerinde de görüldüğü gibi, gelip bir sürpriz at seni geçebilir, seninle son ana kadar mücadele edebilir. Ama basketbolda öyle değil. Bariz bir güç farkı varsa, çat çat kazanılıyor.

Fenerbahçe'nin en sevdiğim basketbol kadrosu, üç silahşörlü kadrosudur. Yani İbo, Henry Turner, Dallas Comegys önderliğindeki, Murat Özgül'ün koç olduğu kadro. Şampiyonluğu geçtim, final oynayabildiler mi? Hayır... Ama o takımda gerçek bir heyecan vardı. O kadronun Efes'i, Tofaş'ı, Ülker'i yenmesi, futbolda Galatasaray'ı yenmemizden daha değersiz değildi benim için. Çünkü para bu 3 kulüpteydi ve bizde Erdal Koşan, Hicri Güneri oynuyordu. :) Koraç Kupası çeyrek finalinde, Güray'ın inanılmaz oynadığı maçta Efes'e fark attığımız maçı Fenerbahçe ve basketbol dilencileri unutmamıştır, unutamaz... O maç ve benzerleri, şu an her maçı rahat rahat kazandığımız şampiyonluklara bedel desem?

Denir ya, "bu takımın şampiyon olması normal, asıl zaten şampiyon olmasa başarısızlıktır..." Hah bu söz, tam da şu an bizim basketbol takımı için geçerli. Maça gidiyorum (adet yerini bulsun diye) Galatasaray'a 20 küsür fark atıyoruz ama şöyle içten bir şekilde coşkuyla sevinemiyorum. Biz o Abdul-Rauf, Conrad McRae, Marko Milic, Zan Tabak, Goran Kalamiza vs. vs. sürüyle yabancılı kadromuzla bile final oynayamamıştık. (Zaten o mütevazi kadromuz bozuldu diye çok sinir olmuştum ya neyse) George Gilmore'un Tofaş maçında kaçırdığı serbest atışlar?

Orta güçlükteki fakat Fenerbahçe ismini layıkıyla taşıyan kadro gitti, sanki Mourinho zamanındaki Chelsea geldi... Heyecan yok... Barcelona maçları nasıl sıkıyorsa, sonucu nasıl merak etmiyorsam, bizim basket maçları da en azından ülke sınırları içinde aynı durumda.

İbo'nun 1997'de, Efes'le oynadığımız Türkiye Kupası final maçında delirerek daha maçın ortasında oyun dışı kalması > Lavrinovic'in pota altını domine etmesi :(

Ya rakipler güçlensin, ya da... (boşluğu sen doldur)

25 Mayıs 2011 Çarşamba

...


Yazacak o kadar çok şey var ki... Ne zaman kimseye anlatmak istemesem, yazının yarısına gelmişken sayfalarca yazıyı yok ederim, yine... Belki başka bir zaman. Gülümseyerek...

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Alex!


Alexcan Twitter'ı en süper kullanan ünlülerden biri. Elinden geldiğince herkese cevap yazmaya çalışıyor. Neticede o da insan ve bazıları onun kadar şeker bir insanı bile sinirlendirmeyi başarıyorlar. O da kendine has Türkçesiyle cevabı yapıştırıyor...

Yeni Tweet'ine gelince... Alex'e, "Moritz Türkiye'ye senden sonra geldi, o çok iyi konuşuyor ama sen konuşamıyorsun" tarzında bir tweet yazılıyor muhtemelen. Çünkü yazan kişi hesabını dışarıya kapatmış ve bu yüzden okuyamadım. Alex'in cevabı ise yukarıda... :)

"Burası Uganda mı kol-bacak yiyelim?"


Bugünkü nostaljik haberimiz, Mususi ile ilgili... Zamanının başarılı futbolcusu, timsah yürüyüşünün mucidi ve maalesef çok genç yaşta aramızdan ayrılan Bursasporlu Musisi...

Şimdilerde Emenike sinirlenip "Türkiye'den ayrılırım" diyerek resti çekiyorsa, o zaman da Musisi'yi Erbakan sinirlendirmiş. Dönemin Refah Partisi lideri Erbakan, kendileriyle koalisyon kurmayacaklarını söyleyen partileri ima ederek, "Halk bizi istemiştir. Burası Uganda mı? Konuğun kolunu, bacağını yiyeceksin, hem de "Ben seni seviyorum diyeceksin". Bu olsa olsa belki Uganda'da vardır" demiş... Musisi de, "Biz de sığır, keçi, koyun eti yiyoruz, insanlarının kolunu, bacağını yemiyoruz" açıklamasını yapmış. Türkiye'de en çok sevdiği yemekler ise patlıcan kebap ve haşlama ile iskendermiş...

Zaman işte...

Kaynak: Milliyet arşivi

25 Nisan 2011 Pazartesi

Yorumsuz

Caner Baba Oldu




Caner'in eşinin yine pembe giymesi gülümsememi sağladı. :) Umarım erken evlenen çoğu futbolcu gibi kısa sürede ayrılmazlar... Henüz isim vermemişler bebeklerine bu arada.

19 Mart 2011 Cumartesi

Yorumsuz...

Oğuldan Babaya...


Colin Kazım Fener'den Galatasaray'a geçince, babası da geçmiş...

Üzgün Doğum Günü Çocuğu...


Yaklaşık 3 yıldır hayatımda çok önemli bir yer teşkil eden blog'umuzun ex-yazarı Belgarath'ın bugün doğum günü... 28 oldu... Ama gene... :( Acı bir mağlubiyet. Doğum gününe böyle girmeni istemezdim haco...

Not: Gece uzun, derbi yorumları ilerleyen saatlerde.

12 Mart 2011 Cumartesi

Aykut Hoca'nın Yaptığı Doğru İşler


Devre arasına Trabzonspor'un tam 9 puan gerisinde girdiğimizde, Fenerbahçelilerin çok büyük bir bölümü şampiyonluktan umudunu kesmiş, bari Bursa ve Beşiktaş'ı geçip 2. olalım diyordu. "Yemişim efsanesini" deyip Aykut Kocaman'ın kellesini isteyenlerin oranı da hiç de az değildi. Ama gelinen nokta ortada, ikinci yarıda oynadığımız tüm maçları kazandık ve averajla da olsa öndeyiz. Son 12 maçta 33 puan aldık ki, bu küçümsenecek bir başarı değil.

Mayıs 2006'nın ardından geçtiğimiz Mayıs ayında bir büyük yıkım daha yaşadık ve Aykut Hoca yaklaşık 8 aydır görevde. Bu 8 ayda hangi önemli doğruları yaptığını elimden geldiğince yazmaya çalışacağım.

1- Yaptığı transferler... Niang, Yobo, Stoch ve Dia... Nobre'den sonra hem Kezman'da, hem de Güiza'da büyük hayal kırıklığı yaşadık ve Niang'ın attığı gol sayısı, performansı ortada. Bir dönem performansı düşse de -gerçi sakatlıktan çıkmıştı- toparlanmasını bildi ve ağları sarsmaya devam ediyor. Soruyorum size, 2007/08 sezonunda Kezman yerine Niang olsaydı, şampiyonluğu verir miydik? Kezman'ın penaltıyı ben atıcam diye tutturmasını ve kaçırmasını hala unutmadım... Peki Şampiyonlar Ligi'nde etkisiz eleman oluşu... Geçen seneye değinmek istemiyorum, Bursalısından Galatasaraylısına herkes Güiza'nın yerine Niang olsaydı şampiyon olacağımızı söyleyecektir. Niang'a artıyı yazdık mı...

Geleyim Yobo'ya. Bilica'nın yaptığı sürüyle kritik hatanın ardından -Beşiktaş maçında penaltı sırasında yaptığı da bardağı taşırmış oldu- kesinlikle bir stoper almamız gerekiyordu, Yobo'yu kiraladık. Yobo'nun bonservisini almayalım diyen Fenerbahçeli çıkar mı? Sezon başından beri hatasız oynuyordu, geçenlerde nazar değdi, saçma bir hata yaptı ama eminim o da aynı şekilde devam edecektir... Dia ve Stoch ikilisini birlikte değerlendireyim. Dia şu ana kadar Stoch'a oranla kat kat başarılı olsa da, iki transferin de çok doğru olduğunu söyleyebilirim. Stoch'tan verim alamamamız yanlış transfer olduğu anlamına gelmiyor. İkisi de genç, geçtiğimiz sezon çok başarılı olmuşlar -özellikle de Stoch, Hollanda'da yaşayan Flying Dutchman'e sorun onu daha detaylı bilgi almak istiyorsanız- bonservisleri çok yüksek değil, sorunlu çocuklar da değiller. Stoch, Kazım karakterli bir çocuk olsa onu da silerdim ama henüz 21-22 yaşında olduğunu unutmayalım.

2- Bu madde de ilk maddeyle bağlantılı. Roberto Carlos, Alex, Vederson, Andre Santos, Deivid, Edu, Bilica, Cristian vs. vs. Bir sürü Brezilyalı futbolcumuz vardı. Brezilyalı futbolcuların yeteneklerine laf edemeyiz ama genelinin rahat insanlar olduklarını da bunca yıldır çözmek zor değil. Her Brezilyalı Alex gibi olmuyor maalesef. İşte Aykut Hoca bu Brezilyalı ordusunu dağıttı. Şu an Alex ve Andre Santos dışında direkt oynayan Brezilyalımız yok. Santos da tahminim gider sezon sonu. Cristian-Bilica ikilisi sezon sonu ilk ayrılanlar olur. En büyük istediğim buydu ve seneye de birkaç İskandinav-Alman alırsa değmeyin keyfime...

3- Aykut Kocaman'ın kafasında hızlı oyuncularla 4-3-3 oynamak vardı. Hala da var. Stoch-Niang-Dia onun ileri üçlüsü olacaktı. Ama hem sezona kötü başlanınca, hem Stoch bekleneni veremeyince, hem de 34'üne gelen Alex 27'sindeki performansını sergilemeye başlayınca, oyun planından, bir anlamda inadından vazgeçti. Çok da iyi yaptı. Şu an geçtiğimiz sezonki Daum'un Fenerbahçesi gibi oynuyoruz. Sadece birkaç oyuncu farklı. Alex çok daha iyi, Güiza'nın yerine Niang var, Bilica'nın yerine Yobo var, ve de Dia var. Alex'i yedek oturtsaydı, veya erken oyundan almaya devam etseydi, bugünleri kesinlikle göremezdik. Bu da bir başka artısı Aykut Hoca'nın.

4- Takımın devre arası transfere ihtiyacı yok muydu? Vardı... Sol bek ve ön libero kesinlikle alınmalıydı. Ekstra olarak da Tümer benzeri Alex'in sakatlığında oynayacak ve 2. yarılarda oyuna girip maçı kurtarmaya çalışacak bir anahtara ihtiyacımız vardı. Bu transferlerin yapılmaması ileride bir hata olarak da görülebilir. Ama o hem risk almadı -bakınız geçen sene Galatasaray'ın, bu sene Beşiktaş'ın devre arası transferlerine...- hem de oyuncu krizini iyi yönetti. Andre Santos örneğin. "Brezilya Milli Takımı'nın sol bekinin neden yedek kaldığını bana değil, ona sorun" diyerek mesajı verdi. İkinci yarıdaki performansı kesinlikle daha iyi Santos'un.

5- Yıllardır neden hiç altyapıdan çocuklar şans bulamıyor Fenerbahçe'de denilir. Daum dönemi çok genç harcadık, sağolsun kendisi hiç sevmez genç oyunculara şans vermeyi... Ama Aykut Hoca öyle mi? Okan ve Gökay'a şans verdi, onlar da hocalarının güvenini boşa çıkarmadılar. Bu çocukların oynadığını görünce, insanın "hoca şu futbolcuya takmış şans vermiyor, haksızlık yapıyor" gibi söylemlere inanası gelmiyor. Gökhan Gönül'ü iyi bir paraya satsak 1-2 sene içerisinde, gözüm arkada kalmaz çünkü Okan var. Hem kontenjan avantajı, hem de neresinden baksan en az 5-6 milyon euro kar.

6- Bir teknik adamın kamera karşısında söyledikleri çok önemli. Ben ve benim gibi on binlerce taraftar, hocaların ağzından çıkacak kelimelere bakıyoruz. Onlara inanıp inanmamamız her şeyden önemli. Her şeyden önce bir güven meselesi. Bazı teknik adamlar kendini Mourinho zanneder, her şeyin en iyisini bildiğini sanır ve hatalarını kabul etmez. Ama işte ben Aykut Kocaman'ın en çok, çok dürüst ve net bir insan olmasını seviyorum. %100 Futbol'a çıktığında, Rıdvan ve Güntekin Onay'la sohbet ederken, birçok hata yaptığını açıkça söyledi. Bir başkası bunu itiraf edemez kolay kolay. Mırın kırın eder. Beşiktaşlı olmamama rağmen beni sinir eden Schuster'in söylediği lafa bakın, "Beğenmeyen gelmesin, gitsin evinde izlesin." Aykut Kocaman'ı bunu söylerken hayal bile edemememiz, Fenerbahçeliler olarak en büyük sevinç kaynağımızdır.

7- Hem Young Boys'a, hem PAOK'a eleniyorsun, Türkiye Kupası yine bir başka bahara kalıyor, ligde 9 puan geridesin. Başka bir hoca bir sürü oyuncuyu kadro dışı bırakabilirdi, devre arasında 5-6 adam birden alabilirdi, gerekli ya da gereksiz medya önünde oyuncularını, hatta taraftarlarını eleştirebilirdi. En kötüsü de baskıyı kaldıramayıp istifa edebilirdi. Rıdvan Dilmen'in MTK maçının ardından istifası hala akıllarda. Ama Aykut Hoca bunların hiçbirini yapmadı, sadece takımına güvendi, devre arası çok iyi çalıştırdı ve kondisyon yüklemesi yaptı.

Devre arasında 2. yarıda Fenerbahçe'den puan beklentim 41-42 idi. Şampiyonluk bir kenara, bu puanı aldığımızda teknik heyeti ve oyuncuları başarılı sayacaktım. 7 maç geçti, 21 puan cepte. 17'de 17 gibi söylemleri bir kenara bırakalım, kalan 10 maçta 8 galibiyet bizi kesin şampiyon yapar. Yapmasa da hem Aykut Hoca'nın, hem oyuncuların canı sağolsun. Kalan 10 maçta alınacak 2 mağlubiyete değil, kızacaksanız sezon başı yapılan hatalara kızın... Düşüncesi bile kötü ama şampiyon olamazsak Aykut Kocaman'ı göndermek gibi bir saçmalık yapmaz umarım Aziz Yıldırım her zaman yaptığı gibi.

Hatırlatma: Onun döneminde Lorant dışında sezonu şampiyon olarak tamamlayamayan tüm hocalar kovuldu. Zaten Lorant da devre arası gelmişti ve olağanüstü bir performansı vardı o 2. yarıda... (Son 14 maçta 38 puan gibi)

11 Mart 2011 Cuma

Çıplak Ayaklılar


Engin, Aykut, Tanju ve Oğuz... 30.07.1991 tarihli Milliyet'ten. Bu arada o zaman Schumacher'in jübilesinde Bayern Münih'i yenmişiz ve Almanya'da bayağı konuşulmuş bu galibiyet...

6 Mart 2011 Pazar

Sergen & Fenerbahçe...


Sergen Fenerbahçe'deki ilk maçına çıkmadan önce kulübede otururken... Sergen'in son dakikalarda dahil olduğu karşılaşmayı Moldovan ve Balic'in üstün performansıyla 3-0 kazanmıştık Ankara'da...