25 Haziran 2011 Cumartesi

10'lar


Sorun 10'larda değil, onları (bu ikiliye ek Rapaic, Yusuf, Ceyhun vs.) bir araya toplayanlardaydı...

Ve evet, asıl suç Lorant'ta da değildi...

24 Haziran 2011 Cuma

Anılaaaaaaar...


İki fotoğraf arasında tam 16 yıl var. 1995'ten 2011'e... Bülent Başkan iki fotoğrafı alt alta görse Coşkun Sabah'a Anılar'ı bir kez daha söyletmez mi?...

23 Haziran 2011 Perşembe

Tarihten Fotoğraflar...


İbrahim Kutluay ve Demet Akalın, 2000/01 sezonunda kazandığımız şampiyonluğu kutlarken... Demet Akalın'ın Beşiktaşlı olduğu bilinir ama o zamanlar eş durumundan Fenerbahçeliymiş demek ki. Bu şampiyonluktan 1 ay sonra ayrıldılar ve sonrasını herkes biliyor...


Görüldüğü üzere, Hakan Şükür, hakem Muhittin Boşat'a resmen dayılanıyor. Hangi maç olduğunu tahmin etmek futbolseverler için zor olmasa gerek... Olimpiyat'ta oynanan, 2-2'lik beraberlikle biten tartışmalı maç... Muhittin Boşat'ın son derbisi, 3 ay sonra düdüğü asıyor. Kendisiyle 2001'de oynanan Eyüp-Maltepe maçı öncesi konuşmuşluğum da vardır. Maçı kaybetmiştik, o da ayrı bir yazı konusu.


Bugünkü son fotoğrafımız ise Pepsi'nin reklam çekiminden...

22 Haziran 2011 Çarşamba

Şampiyonluğun Öyküsü -Bölüm 1-


1963 yılında, henüz 30 yaşındayken intihar eden büyük şair Sylvia Plath, zamanında demişti ki, "Yazıyorum çünkü içimde susturamadığım bir ses var..." Daha kısa nasıl dile getirilebilirdi ki bu iç ses? Ara ara farklı nedenlerden dolayı, uzun süre benim için önemli konularda yazmayacağım desem de, içimdeki sesi susturamıyorum ve sonunda kendimi klavyenin tuşlarına basarken buluyorum. Neyse... 4 yıl aradan sonra şampiyon olmuşken, şampiyonluğun öyküsünü yazmadan yapamazdım. E bu sezonki şampiyonluğun öyküsü yazılırken de, 2006 ve 2010'da son maçlarda kaybedilen şampiyonluklardan, Aziz Yıldırım'ın tek oyla başkan seçilmesinden, Trabzonspor'la olan rekabetimizden bahsetmemek olmaz... Uzun yazıları, okumayı çok seven ben bile genelde okumadığımdan, ve son zamanlarda "özet geçilen" bölümler aradığımdan, birkaç bölüm halinde yazsam çok daha iyi olacak.

***

21 Mayıs 1978:
Fenerbahçe bu tarihte Boluspor'la berabere kalarak ligin bitimine 1 hafta şampiyon oluyor. Bu şampiyonluğun önemini ne mi arttırıyor? Sezonu Fenerbahçe'nin ardından 2. tamamlayan Trabzonspor, 1977/78 sezonunda da şampiyon olsa idi, tam 6 sezon arka arkaya şampiyon olan ilk ve tek Türk takımı olmuş olacaktı. (1977/78 sezonundan önceki 2 sezon ve daha sonraki 3 sezonun şampiyonu Trabzonspor) Fenerbahçe, kendi şampiyonluğunun yanında, rakibinin de rekor kırmasını engellemiş oluyor.


***

19 Nisan 1996: Trabzonspor en son 1984'te, Fenerbahçe en son 1989'da şampiyon olmuş. 1995/96 sezonunda iki ekip de çok iyi durumda, yıllar sonra şampiyon olmak istiyorlar. Hami'li, Ogün'lü, Şota'lı ekip, son 5 haftaya Fenerbahçe'nin tam 4 puan önünde giriyor. Fenerbahçe'yle sahalarında oynayacaklar, o maçı kaybetseler bile diğer maçları kazanmaları halinde şampiyonlar. Böyle bir avantaja sahipler. Ama futbol bu. 19 Nisan'da 15. sıradaki Vanspor'u ağırlıyorlar. Biraz becerikli ve şanslı olsalar en az 4-5 farkla kazanacakları maçı, sezon sonunda Beşiktaş'a transfer olacak olan Erkan'ın attığı golle 1-0 kaybediyorlar. (Peşin spoiler: Bu maçın bir kopyası 14 yıl sonra Fenerbahçe ve Trabzonspor arasında Kadıköy'de oynanacak, gülen taraf Bursaspor olacak)


5 Mayıs 1996: 1995/96 sezonunun en önemli maçı 5 Mayıs akşamı oynanıyor. Son 3 haftaya 1 puan önde giren Trabzonspor, şampiyonluk yolundaki tek rakibi Fenerbahçe'yi ağırlıyor. Beraberliğin dahi yeteceği maçta, öne de geçmelerine rağmen Oğuz&Aykut ikilisinin attığı goller, Fenerbahçe'yi şampiyonluğa çok yaklaştırıyor... Rüştü'nün müthiş kurtarışları da bu maç anılırken es geçilmemeli.

19 Mayıs 1996: İlk şampiyonluğumun günü... Küçük olmama rağmen çok net hatırladığım o gün, apayrı bir yazı konusu... Televizyonların naklen vermediği maçta, Vanspor'u mağlup edip şampiyon oluyoruz... O günün tek üzüntüsü, Bolic'in gol kralı olamaması... Aynı gün Trabzonspor, Eskişehir'e 7 gol birden atıyor, bu 7 golün 5'i Şota'dan... Şota kral, Boliç 2. sırada... Zaten Türkiye'de hiç gol kralı olamayan Boliç, 3 sezon arka arkaya gol krallığında 2. oluyor. Bu gibi ayrıntılara girip yazıyı daha da uzatmaya gerek yok. Özetle, futbol otoritelerinin hiç de azımsanmayacak bölümüne göre Fenerbahçe'den kadro olarak daha güçlü olan Trabzonspor, 82 puan toplamasına rağmen, harika geçirdiği sezonu 2. bitiriyor. O süper kadro, ilerleyen yıllarda dağılıyor.  (15 yıl sonrasına ne kadar benziyor değil mi?)


21 Mayıs 1996: Bu tarihte basılan Milliyet'te, şöyle bir manşet var: "Fenerbahçe'de operasyon". Yalçın Türk imzalı bu haberde, "Yönetim, Oğuz ve Aykut da dahil birçok oyuncuyu elden çıkaracak" yazıyor. Yani şampiyonluğun sadece bir gün sonrası... Bu haberi Yalçın Türk'e bizzat Ali Şen mi veriyor bilemem ama yazdıkları bir bir çıkıyor. Aykut Kocaman ve Oğuz Çetin Fenerbahçe'den uzaklaştırılıyorlar.


***

15 Şubat 1998: Fenerbahçe için çok yoğun bir gün... Hem seçim var, hem de Galatasaray maçı. Ali Şen aday olmuyor, Vefa Küçük'ü destekliyor. Karşısında Aziz Yıldırım var. Bir de Ömer Çavuşoğlu... O günleri çok özlüyorum deyip seçimin sonuçlarını aktarayım; Aziz Yıldırım: 1469 oy, Vefa Küçük 1468 oy, Ömer Çavuşoğlu: 157 oy... Evet, Aziz Yıldırım sadece 1 oyla başkan seçiliyor... Üstelik onun yönetim kurulu değil, Küçük'ün yönetim kurulu seçiliyor. Böyle bir enteresan durum var. Ömer Çavuşoğlu aday olmasaydı, kıçını kaldırıp daha fazla insan oy vermeye gitseydi... Bunlar 13 yıldır hep konuşulan konular. Tabii bir de "Aziz Yıldırım benim son dakikada gelip verdiğim oyla başkan oldu" geyiği-efsanesi vardır. Neticede tek oy, ister olumlu, ister benim gibi olumsuz bakın, Fenerbahçe'nin tarihini değiştirmiş oldu...

Ha derbi mi... "20.45"le hatırlanan maç, Boliç'in son dakikalarda attığı güzel golle 2-2 bitiyordu.


***

2. bölümde 2006 ve 2010'da kaçan şampiyonlukları ve bu sezonun başındaki hüsranı yazacağım... 3. ve son bölümde ise son 8-9 ayı...

19 Haziran 2011 Pazar

Alex'le Geçen 7 Yıl...


19 Haziran 2004... Çok çok önemli bir gündü, henüz o an için bilmiyorduk...

Alex, Türkiye'ye bu tarihte ayak bastı. Tam 7 yıl geçti üzerinden bugün itibari ile...

Onu anlatmaya kelimeler yetmez, anlatamıyorum da zaten.

Sadece şunu söyleyeyim, bu 7 yıllık süre zarfında, kimse, hiçbir şey senin kadar mutlu etmedi beni...

Agu & Aykut


7 Nisan 1996'da Kayseri'de oynanan maçtan... Kaleci Agu hamlesini yapmış, fırsatçı Aykut kafasını sokmaya çalışmış... Sonuç mu? Tayfun, Boliç ve Bülent'in golleriyle alınan 3-1'lik galibiyetle dönmüşüz İstanbul'a. Şampiyonluk yolunda çok kritik bir maç...

8 Haziran 2011 Çarşamba

Muslera...


Transfer sezonlarını, transfer duyumcularını ve bayıltan transfer haberlerini sevmem ama Muslera için bir şeyler yazmazsam olmaz...

Yarın dünyanın en komik golünü yese bile, güvendiğim bir isim ve Galatasaray'a gelirse en azından 2-3 yıl "kalede" sorun yaşamazlar. Hakkında sözlükte falan okuduğum bazı yorumlar da dehşet verici. Yeterince iyi değilmiş, istikrarsızmış... Sanki senin takımın çok istikrarlı da... Daha önceden Julio Cesar mı oynuyordu?

Tanımadığı futbolcu hakkında Youtube'dan 4-5 tane video izleyip yorum yapanlara acayip kıl olurum, tanımıyorsan tanımıyorsundur... Ayıp mı? Bizim Dia'nın adını bile duymamıştım, anormal mi? Ama Muslera'yı tanırım, bayağı maçını izledim. Zamanında sözlükte ilk entry'sini de ben yazmıştım. Carrizo'nun formsuz olduğu bir dönemde kaleyi kapmıştı. Dünya Kupası'ndaki performansıyla da kendini iyice kanıtladı...

"Yetenek" olarak Leo Franco'yu katlar...  Kendini Mourinho sananların gazına gelmeyin.

Not: Az önce biten Uruguay-Hollanda maçında da kaledeydi, uzatma dakikalarında kornerde hatalı bir çıkış yaptı ve maç 1-1 sonuçlandı...

Buraya Kadar


7 Haziran 2011 Salı

Gönlünce Sevinememek


Fenerbahçe Basketbol Takımı'nın ilk hatırladığım kadrosunda, Mitch Smith, Kevin Rankin falan vardı. İlkokula başladığım yıllar, 95 civarı. O yıllardan taaa 2007'ye kadar şampiyonluk göremedim basketbolda. Ülker'le birleşene dek.

Şu an Fenerbahçe kadrosu dışında -hadi biraz Efes'i ayrı tutayım- Galatasaray dahil hiçbir takımdan 6-7 oyuncu sayamam. (Örneğin, az önce rastgele baktım, Türk Telekom'un hocasını tanımıyorum, alt sıralardaki takımlardan da 1-2 oyuncu bile sayabileceğimi sanmıyorum) Küçükken, tamam futbolla aynı ölçüde olamaz ama, basketbolla da çok yakından ilgilenirdim. Ne bileyim, Telekomlu Jamal McCullough'yı, Darüşşafakalı Michael Ansley'yi daha dünmüş gibi hatırlarım (peki verdiği çıplak poz?), ama Galatasaraylı Jerry Johnson'dan Banvit'le oynadıkları maça kadar haberim yoktu... Yatılı okul, basketbol maçlarının şifreli kanala geçmesi vs., beni kopardı...

Uzatmayayım... Bugün seride 2-0 öne geçtik. İki maçta da büyük fark attık Galatasaray'a. Bu noktadan sonra şampiyonluğu kaybetmemiz mucize olur. E zaten son yıllarda lige de ağırlığımızı koymuş durumdayız. Antalya'yı yenilgisiz geç, Efes'i yenilgisiz geç, Galatasaray'ı darmadağın et...

Bunu yazıyorum diye bana kızan Fenerbahçeli arkadaşlarım olabilir -ki bizim sözlükteki tabirle troll'lük yapıyorsun diyen bile çıkabilir- ama şampiyon oluyoruz diye hakkıyla, yeterince sevinemiyorum cidden. Nedeni de, Fenerbahçe ve diğer takımlar arasında ciddi güç farkı -her açıdan- olması... Bildiğin haksız rekabet. Bunu futbol için söyleyemem, çünkü futbolda istediğin kadar güçlü ol, son 2 yılda Bursaspor ve Trabzonspor örneklerinde de görüldüğü gibi, gelip bir sürpriz at seni geçebilir, seninle son ana kadar mücadele edebilir. Ama basketbolda öyle değil. Bariz bir güç farkı varsa, çat çat kazanılıyor.

Fenerbahçe'nin en sevdiğim basketbol kadrosu, üç silahşörlü kadrosudur. Yani İbo, Henry Turner, Dallas Comegys önderliğindeki, Murat Özgül'ün koç olduğu kadro. Şampiyonluğu geçtim, final oynayabildiler mi? Hayır... Ama o takımda gerçek bir heyecan vardı. O kadronun Efes'i, Tofaş'ı, Ülker'i yenmesi, futbolda Galatasaray'ı yenmemizden daha değersiz değildi benim için. Çünkü para bu 3 kulüpteydi ve bizde Erdal Koşan, Hicri Güneri oynuyordu. :) Koraç Kupası çeyrek finalinde, Güray'ın inanılmaz oynadığı maçta Efes'e fark attığımız maçı Fenerbahçe ve basketbol dilencileri unutmamıştır, unutamaz... O maç ve benzerleri, şu an her maçı rahat rahat kazandığımız şampiyonluklara bedel desem?

Denir ya, "bu takımın şampiyon olması normal, asıl zaten şampiyon olmasa başarısızlıktır..." Hah bu söz, tam da şu an bizim basketbol takımı için geçerli. Maça gidiyorum (adet yerini bulsun diye) Galatasaray'a 20 küsür fark atıyoruz ama şöyle içten bir şekilde coşkuyla sevinemiyorum. Biz o Abdul-Rauf, Conrad McRae, Marko Milic, Zan Tabak, Goran Kalamiza vs. vs. sürüyle yabancılı kadromuzla bile final oynayamamıştık. (Zaten o mütevazi kadromuz bozuldu diye çok sinir olmuştum ya neyse) George Gilmore'un Tofaş maçında kaçırdığı serbest atışlar?

Orta güçlükteki fakat Fenerbahçe ismini layıkıyla taşıyan kadro gitti, sanki Mourinho zamanındaki Chelsea geldi... Heyecan yok... Barcelona maçları nasıl sıkıyorsa, sonucu nasıl merak etmiyorsam, bizim basket maçları da en azından ülke sınırları içinde aynı durumda.

İbo'nun 1997'de, Efes'le oynadığımız Türkiye Kupası final maçında delirerek daha maçın ortasında oyun dışı kalması > Lavrinovic'in pota altını domine etmesi :(

Ya rakipler güçlensin, ya da... (boşluğu sen doldur)