24 Temmuz 2013 Çarşamba

Büyük Başkanlar...


Blog'u biraz olsun okuyup da Rüştü'yü inanılmaz derecede sevdiğimi bilmeyen kalmadı zaten de, Kennet Andersson'u da öyle böyle sevmezdim... Santrfor gibi santrfordu... Bize emeklilik döneminde geldiği için gerçek Andersson'u izleyememiş olabiliriz ama ölüsünü izlemek bile benim için büyük keyifti. Aradan 11 yıl geçti, hala onun gibi hava topu hakimiyeti olan bir golcü göremedik Fenerbahçe'de.

Oscar Cardozo geliyor, geldi, gelecek, gelemiyor derken temmuz ayı bitiyor ve hala golcü transferi peşindeyiz. Tekrar olmasın diye yazmadım ama, ligin başlamasına çok az kaldı ve koca takımda çeyrek Revivo'muz, yarım Yusuf Şimşek'imiz yok... Süper frikikleri olan Cardozo da gelmezse, serbest atışları Caner, Cristian kullanmaya devam edecek sanırım. En büyük rakipte de Drogba, Selçuk, Sneijder... Fenerbahçe'nin 2000 sonrası tüm şampiyonluklarına bakın, rakiplerine kıyasla en büyük artısı duran toplardır.

Daha fazla sinirim bozulmadan post'u sonlandırayım ama çok değil, 34'ündeki Andersson ve Perugia'dan gelen Rapaiç'i şu andaki kadroya eklesek, Galatasaraylı arkadaşlarla şampiyonluk iddiasına girerdim fakat şu anki kadrolarla, şimdiden Galatasaray'ın 4. yıldızına ve 3 yıl arka arkaya şampiyonluğuna hazırlanalım. 2000/01'de Galatasaray'ın 5. kez art arda şampiyon olmasının önüne geçilmişti ama o zaman yaratılıcığımız zirvedeydi, şimdi ise yerlerde sürünüyor. Eee, sen Belhanda ve Cardozo gibi adamları 1-2 milyon Euro fark yüzünden almazsan olacağı budur.

22 Temmuz 2013 Pazartesi

İlk Fenerbahçe Maçım...


Türk futbolu ve Fenerbahçe için fazlasıyla sıradan ama benim için büyük önem taşıyan bu derbi karşılaşmasını daha önce de Ekşi Sözlük'e yazmıştım ama bakarsın bir şey olur, bir de blog'a aktarmış olayım...

İlkokul öncesi ve devam eden yıllarda, kendisini takımının en büyük taraftarı olarak gören onbinlerce, belki de yüzbinlerce ufaklıktan biriydim. Dert yok, tasa yok. Tüm gün top oyna, tuttuğun takımla ilgilen ve televizyon izle. Şimdi transfermarkt, wikipedia varsa, o zaman da futbolcu kartlarımız vardı. Boy, yaş, kilo, fiyat derken futbolcuları ezberliyorduk. Daha Rüştü yoktu piyasada, Engin'den iyi kaleci yoktu benim için. Boliç Fenerbahçe'ye transfer olduğunda dünyanın en mutlu çocuğuydum, hele ilk formam alındığında defalarca öptüğümü dün gibi hatırlarım...

Bizim ailede takım durumları karışıktır, herkes farklı takımı tutar. Babam Beşiktaşlı, annem Galatasaraylı. Hasta Fenerbahçeli dayım olmasaydı, muhtemelen ben de ya Beşiktaşlı, ya da Galatasaraylı olacaktım. Dolayısıyla insanların takımına göre yorum yapanları da şimdiye dek hiç anlamamışımdır. Sanki yavaş yavaş bilinçlenilen orta okul-lise döneminde seçiyoruz takımlarımızı... İlkokula başladığım sezon Beşiktaş Daum'la şampiyon olmuştu, babam bir o zaman "Sen Fener'i bırak Beşiktaş'ı tut" demişti.

Gittiğim ilk Fenerbahçe maçına gelecek olursak... 1993/94 sezonunun sonlarını hayal meyal hatırlasam da, net olarak hatırladığım ilk sezon ilkokul 1'de olduğum 1994/95'tir. Cannes maçları, Aykut'un 3 gol attığı "Öptüm seni şeker"li Galatasaray maçı, Aygün'ün penaltı kaçırdığı unutulmaz kupa maçı... Lig maçları da İnterstar, Show vs. de yayınlanıyor, rahat rahat izleyebiliyoruz. Hayatımda gittiğim ilk maç Eyüpspor maçıdır fakat bir Fenerbahçe maçına gitme zamanım çoktan gelmişti! Babama ısrar etsem, tuttursam da götürmeyeceğini biliyordum. Cannes maçı için, penaltılara kalan Galatasaray maçı için kahveye bile zar zor götürmüştü. Hatta kahve kapanıyor bahanesiyle 120 dakika sona erdiğinde eve götürmüştü ve penaltıları canlı izleyememiştim. Tek çare dayımdı ve beklediğim telefon sonunda çalıyordu. Annem, "Dayın aradı, hadi maça götürecek" demişti.


Maç da öyle dandik maç değildi ha... 1995/96 sezonu başında oynanan TSYD Kupası finali. Hem Fenerbahçe, hem de Beşiktaş, Galatasaray'ı 3 golle geçince iş son maça kalıyordu. Bizim takımın başına Parreira yeni geçmişti, Antep'ten Boliç'i almıştık, Atkinson, Tarık, Högh falan derken daha iyi bir takımımız vardı. Maç İnönü'de, tabii ki yeni almış olduğumuz 9 numaralı formamı giyiyorum. Dayımın "Maç deplasmanda, forma falan giymesin" demesini dinler miyim hiç? Hem o yaşta çocuk ne bilir bunları... Belki de 12-13 yıldır görmediğim dayımın arkadaşı Nurettin Abi ve onun arabasıyla yola koyuluyoruz. Maç öncesinden hatırladıklarım, havanın gayet güzel olması ve Bülent Karpat'ı görmem... O yaşta Bülent Karpat'ı görünce çok heyecanlanmıştım. Adam hayatında o kadar çok maçta görev aldı ki, bu maçı yarım saat anlatsam muhtemelen hatırlamaz, benim de aklımda kalan en enteresan şey, onu görmem işte...

Akşam eve döndükten sonra karşılaşmanın özetini birçok kez izlemeseydim, 90 dakikaya dair hiçbir şey hatırlamayabilirdim. Çünkü kazanmamıza ve kupayı kaldırmamıza rağmen dayımın takımı sürekli eleştirmesi beni etkilemişti.


Fenerbahçe, Beşiktaş'ı yeni transferleri Erol ve Tarık'ın golleriyle 2-0 yenip TSYD Kupası'nı kazanıyor. (Bu kupa, Fenerbahçe'nin kazandığı son TSYD Kupası'dır) İlk Fenerbahçe maçım böylelikle çok güzel geçiyor. Sezon sonunda da bu kadroyla şampiyon oluyoruz ve ilk şampiyonluğumu yaşıyorum.