17 Eylül 2010 Cuma

1985 Tarihli Kemal Sunal Röportajı & 1. Bölüm


Hayatımda ilk defa bu kadar kapsamlı bir Kemal Sunal röportajına rastladım. E bilen bilir, Kemal Sunal benim için tektir. Sadece benim için mi, hayır tabii ki, milyonlarca insan için belki de... Hiç bilmediğim yönlerini okudum Kemal Sunal'ın ve biraz -aslında fazlasıyla ama çaktırmıyorum- hayal kırıklığına uğradım. Neyse, fazla yorum yapmadan 8-9 Mayıs 1985 tarihli yazı dizisini aktarayım... Bu arada söyleşiyi Yener Süsoy'un gerçekleştirdiğini de yazmazsam olmaz. Fazlasıyla uzun olduğu için direkt diyaloglara geçiyorum.

- Sayın Sunal, söyleşimize, nerede doğdunuz, nerede büyüdünüz gibi bir klasik soru ile başlayalım.

- Evet... 1944 yılında İstanbul'da doğdum. İstanbul'un kenar semtlerinden biri olan Küçükpazar'da... Küçükpazar, Vefa'nın altındadır. İlkokulu aynı yerde, Mimar Sinan İlkokulu'nda okudum. Orta ve lise öğrenimimi Vefa Lisesi'nde tamamladım. Vefalıyım yani...

- Kaç yıllarında bitirdiniz?

- 1966 mı, 67 mi, tam şimdi kesin bilemiyorum. Bir ara, Vefa Lisesi'nin en eski adamıydım. Çünkü her sınıfı iki senede geçtim. Bir tek yıl, kalmadan geçebildim. Ama bu, benim tembelliğimden, salaklığımdan ileri gelen bir şey değildi. 15-20 kişilik bir grubumuz vardı. Beraber geçiyorduk, beraber kalıyorduk. Anlaşmış bir gruptu. Bir nevi haylazlıktı tabi... Vefa'yı işte, böyle zar zor şartlar altında bitirebildim. Liseyi bitirirken, amatör tiyatro çalışmaları başlamıştı. Lisenin temsillerinde oynuyordum, sahneye koyuyordum. O sıralarda Akşam Gazetesi, liselerarası bir yarışma açmıştı. Orada, "Harput'ta Bir Amerikalı"yı oynadık. Lisem ve ben, çok ilgi çekmiştik. Ama o sıralarda, Kenterler'de profesyonel tiyatrocuydum. Ödül bize verilecekti ama, benim profesyonel olmam dolayısıyla vermediler. Benim yüzümden lisem kaybetti. Bunu hiç unutamam.

- Yüksek öğrenim yaptınız mı?

- Liseyi bitirdikten sonra, Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksekokulu'na kaydoldum. İki sene okudum. Askerken, "Gelin ilk kaydınızı yenileyin, affa uğradınız" diye bir yazı geldi. Gidemedim, ondan sonra kaydım silindi. Tiyatro yüzünden imtihanlara giremedim, gidemedim ve bu tahsili yarım bırakmış oldum.

- Vefa Lisesi'ndeki öğretmenlerinizle hala görüşüyor musunuz?

- Her sene bizim "Boza Günü"müz yapılır. Ona hep giderim. Hayatta olan hocalarımız da gelir. Görüşüyoruz, ellerinden öpüyoruz. İnsan çok heyecanlanıyor, çok duygusal bir gün...

- Vefa Lisesi'nde bunca haylazlık dolu günlerden unutamadığınız bir anınızı anlatsanız...

- Yener Bey, bizim sınıfımız enteresandı. "Edebiyat-A" dedin mi, dur. Her ders sonunda, teneffüs zili çaldığında tuvalete gidip sigara içerdik. Öteki ufak sınıflarda okuyanlar, tuvalette etrafımızı çevrelerdi. Bir hadise oldu mu, bir şey yaptık mı, bir komik durum var mı, diye beklerlerdi. En çok da bunu, benden beklerlerdi. Bir olay soruyorsunuz. Her ders bir olay vardı.

- En samimi arkadaşlarınız kimlerdi?

- Lisenin boza günü buluşuruz. Mesela Korsan Cevat. İsme bak... Kavanoz Erdal, Adnan, Taner, Gogo Cavit... Onların da hepsi, şimdi iş güç sahibi.


 - Okuldan kaçtığınız zamanlar, neler yapıyordunuz?

- Sinemaya gidiyorduk... Şehzadebaşı o zamanlar çok renkliydi. Kulüp sineması vardı. Ferah, Turan sinemaları vardı. Yeni Sinema en lüks haliyle vardı. Kulüp Sineması'nda, topluca kaçtığımız için yoklama yapardık. 11 matinesinde show da vardı. Sonra film oynardı. Tam ekip, yerimizi alırdık.

- Sınavlarda kopya çeker miydiniz?

- Çekerdim, ara sıra... Bazen kitabı olduğu gibi sıranın üstüne koyup, çekerdim. Çok komik... Bir keresinde, kitabı resmen sıranın üstüne çıkardım. Hoca bağırdı, "Kaldır oğlum, ne yapıyorsun?" Ben de , aleni çekiyordum demek ki...

- Aile içi ilişkiler nasıldı, Kemal Bey?

- Efendim, biz üç kardeşiz. En büyükleri benim. Üçümüz de erkeğiz. Cemil ve en küçüğümüz Cengiz. Cengiz'le 13 yaş aramız var. Biri mali müşavir, öteki mühendis.

- Dayak yer miydiniz?

- Babamdan iyi dayak yerdim. Bakın bir şey söyleyeceğim; bizim haylazlığımızın dışında sağlam yapımız vardı. Hocalarımız, hala bizi özlediklerini söylerler. Bizden sonra gelen nesli, bizi okutan hocalar beğenmiyorlardı. "Kulağını çekiyorum, ağlıyor" diyorlardı. Biz maşallah, iri kıyım adamlardık... "Baba" dediğimiz talebeler vardı. Şimdikiler minnacık... Biz iyi yetiştik. Belli saatten sonra sokakta kalamazdık, oynayamazdık. Babamızı gördüğüz zaman eve kaçardık. Top oynadığım zaman dayak yerdim babamdan... Adamcağız, yeni ayakkabı almış, gidip top oynuyorum. Ayakkabıyı parçalıyorum tabii... O da beni parçalıyordu.

- Ekonomik durumunuz nasıldı, para sıkıntısı çektiniz mi?

- İyi değildi. Babam Migros'tan emeklidir. Yaz tatillerinde ayakkabı, kitap parasına yardımcı olmak için çalışırdım. Mesela elektrikçi yanında çıraklık yaptım. Emayetaş Fabrikası'nda çalıştım.

- Oralarda da haylazlıklar devam etti mi, böyle ilginç bir anı rica etsek.

- Elektrikçi çıraklığım enteresandı. Belli bir süre sonra, 110 volt elektriği ellerimle rahatça tutabiliyordum. Yanıma o sırada bizim arkadaşlardan biri geliyordu. Öğrendik ya, elektrikçi olduk ya... Arkadaşımı elektrik yüklü olarak tutardım. Havaya fırlardı. 100 bir şey yapmaz. Öldürmez yani, 220 öldürür. Şimdi tut deseniz tutamam. Sakın öyle bir şey yaptırmayın bana. Yener Bey, deminki sözlerime şöyle devam etmek istiyorum; ailemiz bütün cahilliklerine rağmen bizi çok iyi yetiştirdiler. Şimdiki çocuklar tabii harika... Evde televizyon var, video var, her şey var. Biz hiçbir şey bilmiyorduk, etmiyorduk. Sokakta bilye oynamak, top oynamak, hepsi bu... Belli bir yaşa kadar, itfaiyeden bile korktuk. "Çan çan" geçiyor, nedir bu diye insan korkuyor... Her zaman görmüyorduk ki... Şimdi benim çocuklarım da, öteki çocuklar da her şeyi tanıyorlar...


- Çocukluğunuzda yokluğunu en çok çektiğiniz şeyler nelerdi?

- Her şeyin yokluğunu çekiyorduk. Ama işte o yokluklar, Kemal Sunal'ı yarattı. Daha nice Kemal Sunal'lar yaratmıştır. Sadece sanatta değil, ekonomide, iş sahasında nicelerini... Ben tek değildim, o devrin insanları hep böyle yetişti. Benim çocuğum, ileride beni beğenmeyecek. Gittikçe kültür seviyesi yükselecek, bunu kimse durduramaz. Bir de, galiba belli bir sıkıntıdan gelinince bir yere ulaşılıyor. Bize bayramdan bayrama elbise alınırdı. Biz o bayram sabahını, bitmeyen gecelerle çekerdik. Sabahın köründe, sırf onları giymek için kalkardık. Başucumuzda dururdu zaten... Çok güzel şeylerdi bunlar... Şimdi tatminsiz çocuklar var. Çünkü her şeyi bayramdan önce elde ediyorlar. Yeni bir şeyi başının ucunda tutan var mı? Galiba onlar meselelerini halletmişler.

- Kemal Bey, şimdi de, tiyatroya girişinizden söz edelim. Özellikle yeni kuşak, sizin eski bir tiyatrocu olduğunuzu bilmez. İlk elinizden tutan kim oldu?

- Lisede okurken, amatör çalışmalarda bulundum. Çok süründüm. Ailem bana asla karşı çıkmadı. Ben herkes gibi, bu işe 6 yaşında filan başlamadım. Bende bir yetenek görülüp keşfedilmedim. Ben biraz geç başladım. Değişik amatör topluluklarda çalıştım. Profesyonel olduktan sonra da cebimizden 25 kuruş düşse, eve gidemiyorduk. Çeyrek ekmeğin arasına peynir yahut helva koyup yiyorduk. 1966 yılında profesyonel oldum. Vefa Lisesi'ndeki öğretmenim sayesinde. Benim oyunculuğuma ve çabalarıma güvenen, Belkıs Balkır adlı felsefe hocam vardı. Müşfik Bey'i tanıyormuş. Elimden tuttu, beni götürdü. O gün işe başladım, profesyonel oldum.

- İlk rolünüz neydi?

- Fadik Kız piyesiydi. İki-üç tane değişik tip oynuyordum. Bir tanesinde sahnenin bir başından girip, öteki başından çıkıyordum ve alkış alıyordum.

- Kenterler'de ne kadar maaş aldınız?

- 150 lira maaş verdiler. Kenterler'de daha sonra "Deli İbrahim"de oynadım. O zaman maaşım 300 lira olmuştu. Sonra ayrılıp Ulvi Uraz Tiyatrosu'na geçtim. 4 sene orada sahneye çıktım. Aksaray Küçük Opera'da, Arena'da bir sürü rolde oynadım. Orhan Kemal'in "İspinozlar"ında Taşkasaplı tipini oynuyordum. "Bekçi Murtaza"da ilk perdede, Murtaza'nın karşısında bir bekçiyi, ikinci perdede de bir kahveciyi oynuyordum. Ulvi Uraz'dan sonra bir senelik Ayfer Feray Tiyatrosu var. Sonra Devekuşu'na katıldım. Filmciliğe başlayıncaya kadar orada kaldım. Film, tiyatro provalarına engel oluyordu. Aksatmaya başlayınca, bırakmamın daha iyi olacağını düşündüm. Devekuşu'ndan ayrıldığım zaman 1500 lira maaşım vardı.

- Kemal Bey, tiyatrodan sinemaya sıçramanız nasıl oldu, sizi kim keşfetti beyazperde için?

- Zeki Alasya benden bir önce "Sev Kardeşim"le sinemaya geçmişti. Ertem Eğilmez'i tiyatroya davet etmiş. Galiba, "Dün-Bugün"ü oynuyorduk. Ertem Bey geldi, piyesi seyretti. O arada filme başlayacaklar. Zeki ile Metin'in rolü tamam. Benim filmde bir işim yok. Tarık Akan o filmde basketbolcuyu oynuyordu, yanına uzun boylu adamlar lazımmış. Bu uzun adamların tiyatrocu olmalarının, daha iyi olacağı düşünülmüş. Şehir Tiyatrosu'ndan da birçok kişi çağrılmış. Ben de uzun boyluyum diye, Ertem Bey beni de çağırdı. "Tatlı Dillim" filminde, Tarık'ın yanında basketçi gençlerden birini oynuyordum. Sonra Ankara'da turnedeydik. Film, geç kaldığı için İstanbul'a giremedi, ertesi sezona bırakıldı. Yıl 1972... O sırada, Balıkesir'den bir grup arkadaşım Ankara'ya geldi. Oyunu seyrettikten sonra, "Senin film oynuyor, çok gülüyorlar sana" dediler. "Hangi film?" deyince "Tatlı Dillim"i söylediler. Balıkesir ve civarında oynuyormuş. Film işletmeye verilir, işletmeci isterse kış sezonunu beklemeden oynatabilir. Ben arkadaşlarıma inanmadım. Ama bir taraftan da, güzel bir heyecan duydum. Karışık bir duygular.


- Bu filmi İstanbul'da mı seyredebildiniz?

- Sene oldu tabii, sezon açıldı, Saray Sineması'na geldi. İlk gün en arkaya gittim, oturdum. Perdede 8 kere ancak gözüküyorum. Her görünüşümde salonda kıyamet koptu. Suratımı görür görmez büyük alkış ve gülmeler... Lafları duymuyorlardı... Suratım, enteresan geldi seyirciye... Sıcak ve kendinden biri buldu sanıyorum. O zaman şöyle arkama yaslanıp, "Bu iş tamamdır" dedim.

- Bundan sonra şöhret yoluna tırmanışlar nasıl gerçekleşti?

- Zeki, Metin ve ben birlikte oynadık. İki film sonra, "Salak Milyoner", "Köyden İndim Şehire"ler yapıldı. Rollerim hemen büyüdü.

- Sizin "salak" tipi nasıl ortaya çıktı?

- İlk filmdeki basketçi, salak bir tipti zaten... Duruşuyla, konuşmasıyla, mimikleriyle... Salaklık oradan başladı, gidiyor...

- Sayın Sunal, sinemadaki başarınızın sırrı nedir? Tiyatro ile sinema arasındaki köprüyü nasıl kurdunuz?

- Genelde baktığımız zaman, tiyatrocuların çoğu sinemada başarılı olamamıştır. Bir Kemal Sunal hiç olamamıştır da, daha altta bir yer de kendine bulamamıştır. Tiyatro oyunculuğu ile sinema oyunculuğu bambaşka şeyler. Ben bunu ilk baştan keşfeden oyuncuyum. Keşfettiğim için yürüdü gitti... Dünya sinemasında da, bizde aynı olan şöyle bir durum var. Özel hayatında yahut tiyatroda çok komik olan tipler, sinemada başarılı olamamışlar. Kamera başka türlü bir şey... Ben özel hayatımda soğuk bir adamımdır. Ama filmlerimde, perdeye müthiş bir sıcaklık geçiyor. O sıcaklık halkla bütünleşiyor. Bazı tiplere bakıyorum, hem tiyatro oyunculuğunu atamıyor, hem de o sempatikliği perdeye geçmiyor.

- Sizdeki sihir ne?

- Bende sihir falan yok. Özel bir şey yapmıyorum. Bir kere, Allah vergisi, çok güzel bir suratım var. İkincisi de, yetenekli oluşum galiba!

- Kendinizi komik buluyor musunuz?

- Kendime çok nadir gülerim. Güzel bir şey yakalamışsam gülerim. Bazen komik buluyorum kendimi... Yener Bey, ben özel hayatımda çok az konuşan, çok soğuk bir adamım.

- Film çevirmeden önce, kendinizi hazırlıyor musunuz, konsantre olmak gibi alışkanlıklarınız yok mu?

- Hayır, hayır. Öyle şeylere inanmıyorum ben...

- Kaprisleriniz?

- Zannetmiyorum kaprisli olduğumu. Yalnız çok titizimdir. İşimi çok severim. Çok tertipli adamımdır. Bu tertibim bozulduğu zaman sinirli olurum. Hiçbir zaman sete giderken bir kostümümü, aksesuarımı unutmuş değilim. Makyaj malzemem de dahil, hepsini yanıma alırım. Sete hiçbir şeyi teslim etmem. Kimseye güvenmem. Hatayı ben yaparsam, kendime de sinirleniyorum. Evde de öyledir... Çalışma odamda, hangi gözde ne var, ne yok, iğneden ipliğe hepsini bilirim. El değdiği zaman hemen farkına varırım. Kıyamet kopar, çok sinirlenirim. Bunlar herhalde kapris değil... Konsantre oyunculuğa inanmam dedim. Çünkü onlar, devamlı yanlış yapan oyunculardır. Tiyatroda da böyledir, sinemada da... Tiyatroda oynar, seyirciyle kendi arasında buzdan bir perde vardır. Ne seyirciye kendi sıcaklığı geçer, ne kendisine seyircinin sıcaklığı... Oyunu oynar, bitirir gider...

- Şaban sizin adınızın önünde gidiyor. Bu Şaban nereden çıktı?

- Hababam Sınıfı'nda "İnek Şaban" rolünü oynuyordum. Üç tane filmde oynadım. Şaban adı oradan kaldı, hala da devam ediyor.

- Yolda sizi gören hayranlarınızın size Şaban diye seslenmelerine kızmıyor musunuz?

- Şaban diyorlar, İnek Şaban diyorlar... Eskileri hatırlayanlar Salako diyor... Kesinlikle kızmıyorum. Hatta hoşuma gidiyor.

- Şaban daha ne kadar gidecek, kendinizde bir yenilik yapmayı düşünmüyor musunuz?

- Yener Bey, bundan sonra filmlerde "Şaban" adını koymasak bile, değişen bir şey olacağını zannetmiyorum. Millet 'Şaban' olarak biliyor. Bu yıl, firma yanlışlık yaptı. Film adım Niyazi... Adının "Atla Gel Niyazi" olması lazım. Afişler, lobiler hepsinde "Atla Gel Şaban" oldu. Seyircilerden bir kişi çıkıp da, filmdeki adın Niyazi, afişte Şaban, demedi. Farkına bile varmadı... Kemal Sunal'ın adı, Niyazi olsa ne olur, Şaban olsa ne olur?

10 yorum:

  1. rahmetli o zaman çocuklar hakkında "tatminsiz şimdiki çocuklar" demiş. o zamanın çocukları şimdi büyüdü ve kendi çocuklarının tatminsizliğinden şikayet ediyor..

    çok güzel bi roportaj. çok çok sağol paylaştığın için.

    YanıtlaSil
  2. sağolasın süper paylaşım,rahmetli bana hiç ölmemiş gibi geliyor.

    YanıtlaSil
  3. neden hayal kirikligi yasadiniz ki?

    YanıtlaSil
  4. ben de aynı soruyu soracaktım, neden hayal kırıklığı? ben tam beklediğim gibi bir ropörtaj buldum şahsen..

    YanıtlaSil
  5. fesleğen ve carlito: 2. bölümü okuma fırsatı buldunuz mu bilmiyorum, şener şen ve ilyas salman hakkında söyledikleri, çok soğuk bir adam oluşu, artı ben tekim vs. demeleri.

    tamam, kemal sunal'ın tek olduğunu herkes biliyor zaten ama onun mütevazi olması gerekirdi. bunu 25 yaşında söylese tamam derdim ama 41 yaşında söylüyor, iyice kafa yapısı oturmuşken. şahan vs. gibi açıklama yapmaya ne gerek var? :)

    YanıtlaSil
  6. Kemal Sunal'ın filmlerinde "eşşoğlueşşek" tabiri kullanılıyor diye bir dönem onu yerden yere vuruyorlar hatta tv kanalları biribirini "Şaban TV " diye suçluyordu.

    Oysa şimdiki filmlere bakmak lazım. Küfrün en alası söz konusu ama çıt çıkaran biri yok !

    Beğenmediğim bir kaç filmi dışında her zaman karnıma ağrılar gire gire gülüyorum rahmetliye.
    Büyük adamdı .

    YanıtlaSil
  7. ALLAH gani gani rahmet eylesin hepimizi güldürdü gidişiyle üzdü.

    YanıtlaSil
  8. ben 2. bölümü okudum scugnizzi arkadaşa katılıyorum bende hiç yakıştıramadım ve şunuda söylemeliyim kemal sunal filmleri birbirine benzer ama şener şen hep farklı rolleri canlandırmıştır ve çok çok başarılıdır halen öyle..

    YanıtlaSil
  9. Soğuk bir adam olması beni şaşırtmadı açıkçası. Chaplin örneği de var. Komik adamlar ciddi oluyor özel hayatında. Şener Şen o yıllarda başrol oynamamıştı. O yüzden iyi bir oyuncu deyip geçiştirmiş olabilir. Kaprisin k'si olduğuna inanmıyorum zoraki mütevazilik gösterileri bana hiç samimi gelmez. Basit bir hayatı olduğunu dillendirmekten çekinmemesi ve sinemacının görev dışı kalması sonucu unutulması, vefa gösterilmemesinin farkında olması ve de siyasetin seviyesini bilip "politikacılık"ın bir oyun olduğunu belirtmesi çok yerinde olmuş. Bilginin sertliğinden gelen adamlık önyargılı bir bakışla ego olarak görülüyor bana göre. Daha çok saygı duydum büyük ustaya.

    YanıtlaSil
  10. Ayrıca aşk hakkında söyledikleri de oldukça net ve kendini bağlar açıkçası. Cinsel tatmin için sözde sevdiklerini kullanmaya utanmayan büyük bir kesim var. Deneme yanılma yoluyla evcilik misali ilişkiler yürütünce sevimli birisi aksi halde sevimsiz birisi oluyor yani. Adam işinin piri, bana göre de yaşına göre oldukça olgun, dürüst ve net.

    YanıtlaSil